SPORTİF PAZARLAMA

2016-08-25 13.52.42 

 

Spora Okçuluk ile başlayarak bu yolda hırsla disiplinli çalışmalarıyla bir  çok ödül kazanan Eski Milli Okçularımızdan Özdemir Akbal’ın Siyaset Bilimi ile kesişen yolu…

Kendinizi Tanıtabilir misiniz?

 Edirne’de doğdum. Uzmanlık alanım ABD Dış Politikası ve ABD-Suudi Arabistan ilişkileri. Kariyerim sırasında pek çok dış politika konulu kitapta kitap bölümleri, kitaplar, makaleler ve kongre sunumları hazırladım. Şu anda da iki kitap hazırlığı içindeyim bunlardan biri ABD ile Suudi Arabistan ilişkilerini diğeri de ABD’nin Suriye krizini konu alacak. Akademik kariyerimden önce de bildiğiniz gibi uzun yıllar okçulukla ilgilendim.

Okçulukla Nasıl buluştunuz, Buradaki Başarılarınızı Aktarabilir misiniz?

 Okçuluğa, Edirne Atatürk Ortaokulunda  bir seçmeyle başladım. Yani anlaşılacağı üzere bilinci bir tercih değildi.

Başarı kolay gelmedi. 1990 yılında başladığım okçuluk sporunda ilk başarımı 1993 yılında Bolu’da hem rekor kırarak hem de Türkiye şampiyonu olarak elde ettim. Antalya’da yapılan bir kampta Milli takım antrenörü Erol Öktem’in dikkatini çektim. O’nun başantrenör Mario Codispoti’ye tavsiyesi üzerine aldığım altı tane ok hayatımı değiştirdi ve 1993 yılında bahsettiğim başarıyı yakaladım.

Takımda ve ferdi olmak üzere Balkan şampiyonlukları, Avrupa şampiyonlukları, Dünya çapında dereceler ve en son olarak da Sidney’deki Olimpiyat Oyunlarında olimpiyat rekoru egalesi geldi. Geldi diyorum ama inanın bunların elde edilmesi sırasında çok ter ve göz yaşı döktüm, hiç kolay olmadı ve 24 yaşındayken spor hayatımı noktaladım.

 Daha popüler Spor Branşlar varken neden Okçuluğu tercih ettiniz?

 Aslında ben tercih etmedim. Öğrenciyken seçildim.  Maalesef Türkiye’nin spor politikasının bir göstergesi. Futbol haricindeki faaliyetler özellikle o yıllarda bilinmiyordu bile. Dolayısıyla bir tercih varsa bile, tercih benim değil beni seçilenlerdendim.

Okçuluk Branşında Spor Pazarlama ve Sponsorluk Yönetimi nasıl yapılıyordu?

 Bizim dönemimizde sportif pazarlama futbolcuların televizyon programlarını ve gazete sayfalarını doldurmasından ibaretti. Doğal olarak sponsorluk da televizyon ekranlarında o dönem ki adıyla birinci lig takımlarının desteklenmesi üzerine kuruluydu. 2000’li yılların başında basketbol takımımızın başarılarının gelişiyle “12 Dev Adam” marka ismi yaratılmaya çalışıldı. Ancak bizler için durum hayli farklıydı. Basketbol Milli Takımımız 2001 yılında elde ettiği Avrupa İkinciliği dolayısıyla yer gök sarsılırken, bizlerin elde ettiği pek çok Avrupa Şampiyonluğundan biri olan Antalya 2000 yılı Avrupa Şampiyonluğu çok duyulmadı bile. Burada şu notu da düşmek isterim, Türkiye Okçuluk Federasyonunun başarı odaklılık anlayışında şampiyonluk harici dereceyi çok fazla dikkate almayışı ve yönetim kadrolarının tanıtım konusundaki eksik girişimleri de hayli etkili oldu. Zira 2001 yılının Mart  ayında ben İtalya’nın Floransa kentinde yapılan Salon Dünya Şampiyonasında 3. aldıktan kısa bir süre sonra Kanada’nın Edmonton Kentinde düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonasında Süreyya Ayhan 8. oldu. Fakat tanıtım faaliyetleri açısından çok daha başarılı bir çalışma yürüten Atletizm Federasyonu sekizinci olan sporcusunu desteklemeyi seçti. Bense dünya üçüncülüğünün ardından faal spor hayatımı noktaladım. Yani özet olarak o dönem zaten sponsorluk yasası yürürlükte olmadığı için federasyonlar üzerinden yürüyen destekler konusunda da hayli kısıtlı imkânlarla çalışmak zorunda kalıyorduk.

Neden Spor alanı değil, Siyaset Bilimi üzerine yoğunlaştınız?

Ailemizde okumaya tahsile büyük önem verilir. Lise yıllarından beri memleket meseleleriyle ilgilendim.  Türk milliyetçiliği ve Atatürk çizgisinde olan bir durdum. Bu günlerde doğru bir yolda olduğumu daha iyi gördüm. Devletin sorunlarının çözümüne bir katkıda bulunabilmek, elimi taşın altına koyabilmek adına seçtiğim siyaset bilimi alanını bu yolda siyaset bilimi adına akademik kariyer fırsatı elde edince de geri durmadım.

Spor yorumculuğu bizim alan için çok geçerli değil. Yarışmadan yarışmaya branşın içinden gelen arkadaşlar yapıyorlar. TRT’nin önemli spor spikerlerinden Zafer Akyol’la  yorum yapmışlığım var ancak bizim branş için bir meslek olmaktan hayli uzak bir konumda.

Spor ve Siyaset iç içe mi, neden?

 Bir yönüyle evet iç içe. Bir anımı paylaşarak ifade edeyim. Bükreş’te 1996 yılında yapılan Balkan Şampiyonasında Yunanlı rakibimle final atışlarında berabere kaldık. O dönem ki kurallara göre tek atış yaparak şampiyonun kim olacağı belirleniyordu. Arkaya sakin bir yere geçtim beni kimsenin görmeyeceğini sanarak. Allah’ım dedim eğer ben burada geçilip bu bayrağı dalgalandıramayacaksam benim canımı şuracıkta al memlekete dönmek nasip olmasın bana dedim. Kısmetmiş ki rakibimi eledim. Yunanlı dostlar da ayakta alkışladılar. Ben de önlerine gidip hafifçe eğilerek selamladım.

Şimdi burada eğer siyaset diyeceksek bir milli sporcunun göğsünün üzerinde taşıdığı şanlı bayrağın sorumluluğunu yüklenmesi ve diğer devletler karşısında bunu taşıması siyaseti söz konusudur.

Bu noktada sporun objektif ölçme ve değerlendirme kriterlerinin devreye girmesi gerekiyor bunu da spor yönetimi konusunda kafa yoran, kalem oynatan uzmanlara bırakmak gerekiyor. Umarım bu konuda çalışmalar yaparlar. Çünkü özellikle milli seviyede takımlar partiler üstüdür güncel siyasetin de bir konusu olmamalıdırlar.

Belediyelerin, Spor Kulüplerine destekleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bu türlü yapılar daha çok futbol kulüpleriyle ilgileniyorlar. Şu bir gerçek ki geçtiğimiz on beş yıl içinde tek bir siyasi partinin bir ekonomik ve düşünsel hegemonya yaratma çabalarına şahit oluyoruz. Maalesef bu girişimi başka hiçbir görüşü dikkate almayarak yürütmeye çalışmanın gayet olumsuz sonuçlarını da milletçe yaşadık, yaşıyoruz. Belediyeler yerel yönetimler yerelde gerçekleşen kültür, sanat, spor faaliyetlerine destek vermek zorundadır. Belediye başkanı seçildikten sonra o şehirde kendisine oy veren vermeyen her hemşehrisinin Belediye Başkanı olmuştur. Bu hassasiyet gözetilerek sürdürülen çalışmaların da desteklenmesi gerekir.  Zira özellikle Büyükşehir Belediyelerinin maddi imkanları hayli geniş. Sporun alt yapısının desteklenmesi için de önemli bir durum. son yıllarda Türk sporunda ithal sporcularla başarı elde etme yani adeta kısa yoldan köşe dönme girişimleri yoğunlaştı. Bu da yetenekli Türk gençlerinin göz ardı edilmesine ve ziyan olmasına sebep oluyor. Bu büyük bir vebal bu davranış biçiminden biran evvel geri dönülmeli.

 Darbe nedeniyle, TFF’ye bağlı 100 kişi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

 Söz konusu yapının ne derece geniş olduğunu hayretler içerisinde gördük. Dolayısıyla pek çok kurumun içinde bulunmaları şaşırtıcı değil. Bu duruma nasıl gelindiği ve bu duruma gelinmesine müsaade edenlerin de sorumluluğu üzerine alarak davranması gerekiyor. Devlet idaresi ciddiyeti ve sorumluluğu gerektirir.

 

Sevgilerimle,

 

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.